İstanbul Haber 34 – Haber – Haberler – Son Dakika Haberleri

ŞOV MU, İÇERİK Mİ?

Devasa prodüksiyonlar ve gösterişli kıyafetlerin izinde unutulmaz şovlara imza atan markalar bir köşede…Kıyafetin kendine, tasarımın içeriğine …

ŞOV MU, İÇERİK Mİ?
17 Ekim 2022 - 19:42

Devasa prodüksiyonlar ve gösterişli kıyafetlerin izinde unutulmaz şovlara imza atan markalar bir köşede…Kıyafetin kendine, tasarımın içeriğine ve formların zenginliğine odaklanan markalar öteki köşede…Maksat taraf seçmek değil,farklı bakış açıları paralelinde modayı düşünmek ve yorumlamak.

New York Devlet Üniversitesi, Moda Teknoloji Enstitüsü’nde sosyoloji doçenti olan Yuniya Kawamura, “Modaloji: Moda Çalışmalarına Giriş” isimli kitabında, “Giyim maddi bir üretimken moda sembolik bir üretimdir. Giyim somuttur moda ise soyuttur. Giyim bir gereklilik moda ise bir aşırılıktır. Bir moda sistemi, giyimi sembolik bir değeri olan ve kendini giyim aracılığıyla sunan modaya dönüştürme işlevi görür” diye anlatıyor.

CHANEL

Burada aslında giyim, kıyafet, kostüm, “vetement” gibi sözcüklerin ve ifade ettiklerinin, devasa bir endüstriye dönüşen modadan temelde ayrıştığını ifade eder Kawamura. Temelde örtünme ve soğuktan korunma işlevi gören giyimin; 19. yüzyıldan ve özellikle 20. yüzyıldan itibaren Paris’te Charles Worth ve Paul Poiret gibi tasarımcıların, geleceğin defilelerine dönüşecek görkemli balolarda sundukları şaşaalı kıyafetlere evrilmesi, bir sosyal statü, sınıfsal kimlik ve bireyselleşmenin işareti sayılarak sembolik anlamlar içermesi; art arda gelen koleksiyonlar, tanrılaşan kreatif direktörler, lüks moda markalarını yöneten dev moda grupları, moda haftaları, defileler, satın almacılar, editörler, influencer’lar, YouTuber’lar ve sosyal medya; hepsi de basit bir kıyafetin modalaşması, giyimin modaya dönüşme sürecindeki aktörleridir.Modalaşma sürecinde defilelerin çok önemli bir yeri olduğunu söyleyebiliriz.

80’li yıllarda Thierry Mugler’ın Zenith de Paris’de 6000 kişi önünde yaptığı gösterişli defile, Jean-Paul Gaultier ve John Galliano’nun her biri birbirinden cüretkar ve muhteşem şovları, Karl Lagerfeld’in restorana, süpermarkete ve ormana dönüştürdüğü podyumlar, Valentino’nun sanatla harmanladığı şiirsel ve ekstravagan defileler, giyimin modalaşması, sosyolog Kawamura’nın dediği “moda aşırılıktır”ın vücut bulmasıdır aslında…

Gucci “Love Parade” defilesiyle izleyicileri Hollywood’un ışıltılı dünyasına sürüklerken, Issey Miyake derin sulardan aldığı ilhamla akışkan ve hafif elbiseler tasarlıyor, bedenin denizi kucaklarcasına kıyafetleri kucakladığı rahat bir stile atıfta bulunuyor.

Bu “aşırılıklar” devam ederken 70’li ve 80’li yıllarda Paris’e gelen Kenzo, Yohji Yamamoto, Issey Miyake ve Rei Kawakubo gibi tasarımcıların modaya daha “konseptüel” bir gözle yaklaşmaları, kıyafetlere odaklanıp onları farklı bir şekilde tasarlamanın ve taşımanın yollarını aramaları, siluetlerin simetrisiyle oynamaları, moda şovlarında da görsellikten öte tasarıma dikkat çekmeleri; bambaşka bir bakış açısı yarattı. Bugün müzikten sinemaya, danstan heykele, sanatın her türünü defilelere entegre ederek koleksiyonlarını muhteşem moda şovlarına dönüştüren markalarla, daha konsept ve yalın sunumlarla izleyiciyi tamamen kıyafetin özelliklerine odaklayan markalar arasında bir gezintiye çıkıyoruz.

“Şov mu? Konsept mi?” diye soruyoruz.

Gucci “Love Parade” defilesiyle izleyicileri Hollywood’un ışıltılı dünyasına sürüklerken, Issey Miyake derin sulardan aldığı ilhamla akışkan ve hafif elbiseler tasarlıyor, bedenin denizi kucaklarcasına kıyafetleri kucakladığı rahat bir stile atıfta bulunuyor.

ISSEY MIYAKE

MUHTEŞEM DEFİLELER, GÖRKEMLİ TASARIMLAR
Karl Lagerfeld’in Chanel için yaptığı, hayranlarına da “Acaba bu defa ne yapıp da bizleri şaşırtacak?” dedirttiği sürprizli şovlarını hatırlamayan yoktur. Sürdürülebilirliğin bu derece konuşulduğu bir dünyada canlı ağaçları kesip dekor olarak kullanılmak üzere Grand Palais’ye getirerek müzeyi ormana çevirdiği defilesi, podyumu yapay bir sahile dönüştürdüğü bir başka şovu ya da gemi dekorlu olanı, Lagerfeld’in koleksiyonlarını beklenmeyen bir gösteri ortamında sunmayı çok sevdiğini açığa çıkarıyor.

Ölümünden sonra onun yerini alan Virginie Viard’ın da Lagerfeld’in izinden gittiğini söylemek yanlış olmaz. Öyle ki Chanel, İlkbahar/Yaz 2022 koleksiyonu defilesinin açılışını, profesyonel bir binici olan Monako Prensesi Charlotte Casiraghi’yi atıyla podyuma çıkararak yaptı. Casiraghi’nin, çağdaş sanatçı Xavier Veilhan’ın binicilik ve mini golf detaylarıyla süslediği ortama muhteşem girişi, Casiraghi’nin ardından podyuma çıkan modellerin tüvit ceketlerini ve tüylü gece elbiselerini gölgede bıraktı.

Podyumu parizyen bir bistroya dönüştürdüğü defile Karl Lagerfeld’in unutulmaz işleri arasında her daim hatırlanacak. Louis Vuitton’un Yaz 2022 defilesindeyse izleyiciler sadece tasarımlardan değil kristal avizelerden de gözlerini alamadılar.

Chanel’in Yaz 2022 defilesi, markanın artık imzası haline gelmiş ve belli bir çizgiden şaşmayan tasarımlarından öte Charlotte Casiraghi ve atıyla hatırlanacak, tıpkı daha öncekilere damga vuran orman ya da sahil teması gibi… Çünkü modanın “aşırılık” tarafını tanımlayan ve yıllardır kimliği doğrultusunda birbirinden çok da farklı olmayan, dolayısıyla çok da şaşırtmayan tasarımlarla sezonları karşılayan Chanel’in en güçlü taraflarından biri her defasında imza attığı şaşırtıcı şovlar. En az Chanel kadar gösterişli bir başka defile de koleksiyonun adı olan “le grand bal” (büyük balo) ile seyircilere, onları bir balonun ihtişamına sürükleyeceği sözünü veren Dior’un yaz defilesiydi. Defilenin gerçekleştiği Louvre Müzesi’nin Passage Richelieu’sünün tavanını süsleyen düzinelerce kristal avizenin parlaklığında gözleri kamaşan moda severler, zamanda yolculuk yaptıkları bu görkemli şovla 19. yüzyılın maskeli balolarına ışınlanırken, o dönemi simgeleyen fütürist etkili hacimli ve gösterişli tasarımlarla bir rüyaya daldılar. Burada da tıpkı Chanel’de olduğu gibi, atmosferin sihirli aura’sı en az tasarımlar kadar hatta daha bile güçlüydü.

Sosyolog Yuniya Kawamura’nın “moda aşırılıktır” dediği şeyin yansıması, vücut bulmasıydı Dolce&Gabbana’nın 2016 yaz defilesi. Dekor, tasarımların renk ve desenleri yüksek voltlu enerjiyle dolup taşmaktaydı.Dion Lee’deki fütürist ve dekonstrüktif öğelerle Commedes Garçons’daki devasa hacimlerse bire bir tasarımın özüne odaklanıyor.

BEDENE ODAKLANAN “ENTELEKTÜEL” TASARIMLAR

Vetements markası kurucu ortağı, Balenciaga’nın kreatif direktörü Demna Gvasalia, Mart ayında Kanadalı alışveriş ve moda sitesi ssense.com’a verdiği röportajda (ssense.com/fr-fr/editorial/mode/the-vetements-balen-ciaga-complex), “Bir defiledeki tüm bu eforlar bir parçayı ilginç kılmak için gerekli mi? Benim için aslolan kıyafetler. Kişilerin gelip mağazalardan alıveriş yapmaları için devasa bir şov yapmak, rüya kurdurmak; ben buna inanmıyorum. Vetements markasında tamamen zıt bir felsefeyle hareket ediyoruz” diyerek daha kıyafete odaklı bir moda görüşü olduğunu savunuyordu.

COMME DES GARÇONES

Gvasalia gibi düşünen, kıyafetlerle beden arasındaki ilişkiye odaklanan bir başka tasarımcı da Jonathan Anderson. Heykelsi tasarımlar, mini elbise gibi görünen, ters giyilmiş devasa boyutlu denim ceketler, kanat şeklindeki pelerinler, asimetrik ya da şekli alışılmışın dışında olan elbiselerle Anderson Loewe’un Yaz 2022 koleksiyonunda, bedenle tasarım arasındaki sınırlara meydan okuyor. İmza attığı sıra dışı formlar, kumaşlar ve malzemelerle yarattığı şaşırtan birliktelikler, farklı proporsiyonlar ve hacimli kıyafetlerle Jonathan Anderson koleksiyonlarına entelektüel bir ruh katıyor, siluetlerine izleyicinin yorumlamasını istediği semiyotik bir anlam yüklüyor. Onun defilelerinde, koleksiyonların yer aldığı mekan ve ambiyansın şatafatından çok kıyafetlerin neyi anlatmak istediği üzerine odaklanıyor seyirci.

Birinde kırılmış bir yumurtaya batırılmış, diğerinde kırmızı oje formundaki topuklarla da Anderson, deneyselliğin tasarımlarındaki odak noktası olduğunu gösteriyor. Yuniya Kawamura’nun modayla kıyafet arasında yaptığı ayrımı daha iyi anlamak için bir başka tasarımcıya, çok da fazla tanınmayan, Valentino’nun Pierpaolo Piccioli’si ya da Dior’un Maria Grazia Chiuri’si kadar hakkında çok kalem oynatılmayan ve bu isimlerin aksine daha konseptüel ve avangart koleksiyonlar hazırlayan Glenn Martens’e odaklanalım.

JEAN-PAUL GAULTIER X GLENN MARTENS

Y/Project markasının kurucusu ve artistik direktörü olan Belçikalı tasarımcı imza attığı zamansız ve cinsiyetsiz kıyafetlerle dikkatleri modanın şov kısmından tasarımın özüne, yaptığı parçanın verdiği mesaja, kapsayıcılığa çevirmeyi başarıyor.

Kıyafetleri her defasında yepyeni yollarla hazırlama arzusu, modayı bir “vetement”, üzerinde çeşitli deneyler yapılabilecek bir giyim parçası olarak görmesi, onu diğer tasarımcılardan ayıran en önemli özelliklerden. Örneğin jean’leri önce kalça hizasında kesip ardından hepsini toplayıp katmanlar elde etmesi; işinde ne kadar yenilikçi olduğunu açığa çıkarıyor.

BALENCIAGA

En son Jean-Paul Gaultier’nin İlkbahar/Yaz 2022 cou- ture koleksiyonunu tasarlayan Glenn Martens, Gaultier’nin imzasına dönüşmüş olan korseyi aldı ve onu yeniden yo- rumladı. Hepsi de korsenin özgün formlarıyla hayat bulan tam 36 siluette göz yanıltan çizgiler, dramatik esintiler ve şaşırtan teknikler dikkat çekti.

Herhangi bir dekorun bulunmadığı, modellerin simsi- yah bir ortamda yürüdükleri defilede seyirciler sadece Martens’in hazırladığı kıyafetlere odaklandılar.

MODA DEFİLESİNDEN MODA OLAYINA…

Dolce&Gabbana’nın Yaz 2016 koleksiyonundaki kartpostal baskılı rengarenk ve şatafatlı elbiselerle, Marsilyalı tasarımcı Jacquemus’un doğanın kalbinde, lavanta ve buğday tarlalarında izleyicilerle buluşturduğu balon kollu üstleri, sade ve oversize hasır şapkaları, straples ve seksi tasarımları kar- şılaştırın; aradaki farkı anlayacaksınız. Biri daha albenili ve dışadönük bir gösterişle moda sahnesini doldururken diğeri formlardaki yenilik, tasarım modelinin kendi içinde sahip olduğu özgün duruşla adından söz ettiriyor.

Dolce&Gabbana’nın “Işık Terapisi” isimli Yaz 2022 koleksiyonundaki payetlerin, lame kumaşların, dorelerin ve renklerin yaydığı ışıltıyı, Gucci’nin Hollywood’un altın çağını onurlandırdığı, podyumu Los Angeles’ın ünlü Hollywood Boulevard’ına dönüştürüp sinema dünyasına gönderme yaptığı ekstravagan kostümlerin gösterişini, Balenciaga’da XXL kıyafetlerin, mükemmel kesimli siyah ceketlerin, oversize jean’lerin stilistik gramerinde bulabilirsiniz.

JACQUEMUS

Institut Français de la Mode profesörlerinden Emilie Hamen, gösterişli mekanlarda gerçekleşen, müzikten sahne sanatlarına farklı alanlara yatırım yapan devasa şovların ve büyük prodüksiyonların kıyafeti ikinci plana atarak markayı güçlendirdiğinin altını çiziyor. Hamen bu durumda, “moda defilesinin” (defile de mode) bir “moda olayına” (evenement de mode) dönüştüğünü vurguluyor.

Markanın herhangi bir trendi savunmaktan ya da bir stil dersi vermekten öte müşterilerinin gözünde gücünü sağlamlaştırmayı amaçladığını söylüyor. Konsept defilelerdeyse marka gücünü tasarımın dilinden alıyor.

Unutmayalım; tek bir moda yok, moda çoğul ve farklı yorumlarla zenginleşmeye devam ediyor. Teatralleşen defilelerin yanı sıra daha sade, konsepte dayalı, tasarımın gramerini mükemmelleştiren defileler de modanın engin dünyasını beslemeye, bizleri farklı bakış açılarıyla tanıştırmaya devam ediyor.


Yazı: Selin Miloşyan

Fotoğraflar: Getty Images Türkıye, Imaxtree.com

ELLE Türkiye Mayıs 2022 sayısından alınmıştır.

   

COPYRIGHT TUM HAKLARI SAKLIDIR - 2022 - İSTANBUL HABER 34